Sicilya’da Yavaş Seyahat: Palermo ve Cefalù

İçindekiler

    Sicilya, İtalya’nın sunduğu güzellikleri keşfetmek ve ülkenin güneyindeki havayı şöyle bir solumak isteyenler için gidilecek en doğru yerlerden biri. Sıcakkanlı insanları, zengin kültürü ve nefis mutfağıyla insanın her gününü yüzünde adeta asılı kalan bir gülümsemeyle geçirmesine neden olan ada, doğası ve yürüyüş parkurlarıyla da öne çıkmayı başarıyor. Özellikle Palermo ve Cefalù şehirlerinin; sahil şeritleri, sarp kayalıkları ve dağları sayesinde uzun bir tatil planı yapanlar için keyifli birer adrese dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Agrigento doğumlu ünlü İtalyan yazar Andrea Camilleri, Sicilya’yı “Hayatı dolu dolu yaşamanın coşkusunu hissettiren bir ada” şeklinde tanımlıyor. İşte Palermo ve Cefalù da bu coşkunun tam merkezinde yer alıyor. Sicilya’yı -tam da olması gerektiği gibi- hiçbir şeyi aceleye getirmeden, aheste aheste gezmek gerekiyor.

    Palermo’nun Sicilya İçin Önemi

    Palermo, Sicilya’nın kültürel, ekonomik ve tarihi gelişiminde önemli bir rol oynadığı için adanın başkenti olarak görülüyor. Şehir; Antik Yunan, Roma, Bizans, Arap, Norman ve İspanyol medeniyetlerine ev sahipliği yaptığından onların kültürlerine ait izler bugün hâlâ şehrin dört bir yanında rahatlıkla görülebiliyor. Mimari harikaları, müzeleri ve tarihi yerleri ile ünlü olan kentte mutlaka görülmesi gereken yerler arasında, Palermo Katedrali, Palermo Sarayı, Catacombe dei Cappuccini ve Quattro Canti gibi yapılar var. Bunlar tarihi zenginliklerinin ve kültürel miraslarının yanı sıra, mimari zarafetleri ve farklı akımların örnekleri olmalarıyla da dikkat çekiyor. Tüm bu zenginliğin yanına Sicilyalıları da eklediğimizde, Palermo’yu tepeden tırnağa anlayabilmek için burada en az dört-beş gün geçirmek gerektiğini söylersem hiç de abartmış olmam.

    Kültürel ve Coğrafi Çeşitlilik

    Yeni bir şehrin meydanlarında dolaşırken, uzaklarda bir yerlerde ara sıra gözüme çarpan dağ zirvelerini gördüğümde şöyle bir durup olduğum yeri tekrar tekrar incelemekten büyük bir haz alıyorum. Bu yüzden Palermo’ya, daha adımımı atar atmaz, âşık oldum desem yeridir. Burası etrafını saran denizi, dağları, ormanları, kültürel çeşitliliği ve tüm bunlara ulaşabilmenin kolaylığı sayesinde kendini sadece merkeziyle değil çevresiyle de sevdiren bir kent. Öyle ki kendinizi kolaylıkla sadece birkaç kilometre uzaktaki Monreale’de yer alan katedralde de bulabilirsiniz, Goethe’nin “İtalya Seyahati” kitabında bahsettiği rotayı takip ederek Monte Pellegrino’nun zirvesinde de.

    Monreale Katedrali, dünya çapında eşsiz mozaikleriyle tanınıyor. 6000 metrekarenin üzerinde bir alana yayılan kiliseyi süsleyen yüz otuzdan fazla Bizans mozaiği, Eski Ahit, Yeni Ahit ve azizlerin yaşamlarından kesitler sunuyor. 12. yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren katedral, dünyanın en önemli Orta Çağ kiliselerinden biri olarak kabul ediliyor ve elbette ki UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor. Büyüklüğü ve sunduğu stil zenginliği sebebiyle, katedral gezinizi mutlaka bir rehberle yapmanızı tavsiye ederim. Monreale için bir tam günü ayırmanız gerekebilir zira hem katedral hem de çevresi gerçekten görülmeye değer.

    Monte Pellegrino ise gün batımını yüksek bir yerlerden izlemeyi sevenler ve doğa yürüyüşçüleri için adeta biçilmiş kaftan. Kent merkezinden itibaren yalnızca on kilometre adımlayarak seyir terasına ulaşabilirsiniz. Yolda mola vermek ya da bir şeyler atıştırmak istediğinizde, Tiren Denizi’ni veya Palermo’yu gören birbirinden güzel açılar sizi bekliyor olacak. Denizin üzerinde bir belirip bir kaybolan dalgalar, bulutların aldığı bin bir renk ve ağır ağır gözden kaybolan güneş; uzun uzun izlenmeyi hak ediyor. Dönerken aynı yolu geri yürümek istemezseniz, zirveden hemen önce karşınıza çıkacak olan Santa Rosalìa Kilisesi’nin bulunduğu meydandan kalkan otobüslere binebilirsiniz.

    Adım Adım Palermo

    Güne kahvesiz başlayamayanlardansanız, şehrin en eski kafelerinden biri olan Antico Caffè Spinnato’ya uğramalısınız. Kahvesini ve İtalyan usulü kahvaltılıklarını tadarken, oturduğunuz yerden insanları izlemekten büyük keyif alacaksınız. Zira kafenin içi tıpkı tarihi Viyana kafelerindeki gibi insana kendini iyi hissettiren bir etkiye sahip. Kahvaltının ardından Via Ruggiero Settimo’yu takip ederek çok geçmeden -“Godfather” serisinin üçüncü filminin final sahnesinden hatırlayacağınız- Teatro Massimo’ya ulaşabilirsiniz. İtalya’nın en büyük opera binası olan Massimo, Avrupa’nın da en büyük üçüncü opera binası unvanını taşıyor. Seyahatinizden önce biletlere şöyle bir bakın derim. Yunan tapınaklarından ve klasik sanattan esinlenerek oluşturulan bu benzersiz yapının içinde bulunmak, gerçekten de eşsiz bir deneyim.

    Opera binasının merdivenlerinin tam karşısındaki mekânlar gün boyu güneş alıyor. Özellikle de akşamüstleri sokak müzisyenlerinin renk kattığı bu kafelerde bir şeyler atıştırmak ve hiçbir şeyi düşünmeden öylece vakit geçirmek müthiş rahatlatıcı. Şehrin meşhur pazarları olan Mercato del Capo ve Mercato Ballaro’da geçireceğiniz saatlerin ardından burada şöyle bir oturup soluklanmak isteyebilirsiniz. Ya da tıpkı benim gibi kendinizi Ernest Hemingway’in “A Canary for One” öyküsündeki Palermo’dan alınan kanaryayı düşünürken bulabilirsiniz. Eh, yavaş seyahatin nimetlerinden biri de bu; gezdiğiniz yerlerde telaşsız bir varoluş sergilediğinizde, zihniniz yeni gördüğü her şeyi işleyecek yeterli vakti bularak sizi alternatif yolculuklara sürükleyebiliyor.

    Palermo’da uzunca bir süre geçirecekseniz ve kaldığınız yerde ara sıra bir şeyler pişirmek isterseniz, alışverişlerinizi Mercato del Capo ve Mercato Ballaro’dan yapmaya özen gösterin. Bu pazarlarda her şey öylesine taze ve lezzetli ki koca bir hasır çantayı, aralarında envai çeşit deniz ürününün de olduğu taptaze ürünlerle doldurmanız işten bile değil. Üstelik köşe başlarında kurulan tezgâhlarda bir şeyler yeme lüksünüz de var. Baktınız gelen rayihalara dayanamıyorsunuz, aralarında Pani câ Meusa (kızarmış dana dalağı), Arancini (içi kırmızı et veya çeşitli sebzelerle doldurulan pirinç topları) ve Polpo Bolito (kızarmış ahtapot) bulunan sayısız alternatiften birine yönelip minik iskemlelerde keyfinize bakabilirsiniz.

    Palermo’nun en canlı noktaları genellikle Via Maqueda üzerinde sıralanmış durumda. Sokak lezzetleri, irili ufaklı dükkânlar, kitapçılar ve daha bir sürü adres, sadece turistlerin değil Palermoluların da uğrak yeri konumunda. Eğer sokağı akşam saatlerinde geziyorsanız, yemek kokuları sizi sokağın Via Vittorio Emanuele ile kesiştiği yerde bulunan Bisso’ya kadar getirebilir. 1850’lerde kitapçıyken şimdi bir bistroya dönüştürülen yapının orijinal tabelası ve duvar süslemeleri hâlâ aynı şekilde duruyor. Geleneksel Sicilya mutfağına ait tabaklar için merkezde bir yer arıyorsanız, Bisso sizi mutlu edecektir. Alternatif olarak, şehrin diğer yakasında bulunan Locale’yi öğle ve akşam yemekleriniz için değerlendirebilirsiniz.

    Cefalù’nun Kendi Halindeliği

    Palermo, insanın başını döndürecek güzellikte ve çeşitlilikte ancak bu işin bir de deniz sefası kısmı var. Bunun için rotayı tıpkı Palermo gibi Sicilya’nın kuzey kıyısında yer alan Cefalù’ya çevirmeniz gerekiyor. Geçmişi İÖ 4. yüzyıla kadar uzanan ve antik çağlardan beri birçok medeniyetin yönetiminde kalmış olan bu küçük kent, başarıyla korunan tarihi dokusu ve denizinin berraklığıyla beğeni topluyor. En bilinen yapısı, İtalya’nın önemli tarihi eserlerinden biri olarak kabul edilen; Norman mimarisi tarzında yapılan katedralidir. Şehrin sırtlarında yer alan La Rocca, Cefalù Kalesi ve Mandralisca Müzesi, ziyaret edilebilecek diğer önemli turistik yerler arasında gösterilebilir.

    Benim tavsiyem, Cefalù’ya üç gün ayırmanız yönünde olur. Bir günü eşsiz manzaralar için La Rocca tırmanışına, dar sokaklarında kaybolmaya ve elbette ki kilise ile müze ziyaretlerine ayırın. Diğer günleri ise güneş batana dek plajda geçirin. Böylece bu küçük Sicilya şehrinde yaşamın nasıl aktığına dair son derece net bir fikirle -her ne kadar ayrılmak zor olsa da- Palermo’ya geri dönersiniz.

    Evet, Cefalù’ya veda etmek bir hayli zor oluyor ancak bunun tek nedeni kentin kendisi değil. Gündelik rutinleriyle meşgul yerli halkı gözlemlerken aldığınız keyif de büyük bir role sahip. Corso Ruggero ile Via Via Vittorio Emanuele arasındaki sokaklarda mekik dokurken denk geleceğiniz dükkânlar, çat-pat İngilizce bilen misafirperver esnafının sohbeti, küçük kamyonetiyle meyve-sebze satan seyyar manavlar, balkonlarından gelen çatal kaşık sesleri, çocuk kahkahaları, sokak kedileri ve daha bir sürü detay, sizde Cefalù’ye tekrar gelme isteği yaratacaktır.

    Sevdiğim İtalyan yazarlardan Cesare Pavese’nin, “Geçirdiğimiz günleri değil, anları hatırlarız” cümlesini, Sicilya’da planlayacağınız bir tatil için kendinize kılavuz almanızı tavsiye ederim. Her gün yeni bir şehir görme telaşıyla aceleye getirdiğiniz gezinizin ardından eve döndüğünüzde, neyi nerede yediğinizi, kiminle nerede ne konuştuğunuzu hatırlamakta zorluk çekiyorsanız, biraz daha yavaş seyahat etmenin vakti gelmiş demektir. Seyahatinizdeki güzel anları hatırlamanın yolu, her şeyin çok daha özümsenerek yaşandığı; daha yavaş bir seyahat deneyimi edinmekten geçiyor.

    Sicilya Şarapları

    Bağlarında hem yerli hem de uluslararası üzüm çeşitleri yetişen Sicilya, binlerce yıllık şarapçılık geçmişine sahip bir bölge ve en önemli yerel şaraplık üzümü Nero d’Avola olarak biliniyor. Bu üzümden yapılan şarapları adanın neresine giderseniz gidin menülerde mutlaka görürsünüz. Yakut renkli, yoğun meyve aromasına sahip, sek kırmızı şaraplar vermesiyle ünlü Nero d’Avola üzümü; dolgun tarzı, böğürtlen ve hatta tütün aromaları nedeniyle Cabernet Sauvignon’a benzetilir. Genç Nero d’Avola şarapları erik ve kırmızı meyve tatları verirken, biraz daha karmaşık örneklerinde çikolata ve koyu ahududu aromalarına denk gelebilirsiniz. Nero d’Avola üzümlerinden yapılan şaraplar, genellikle yüksek tanen, orta asit ve güçlü gövdeleriyle öne çıkar. Dana yahnisiyle iyi gidebilmesinin yanı sıra lazanya, köfte, sosis, zeytinyağlı yeşil sebze ve malzemesi az pizzaların yanına çok yakışır.

    Tercihinizi beyaz şaraptan yana kullanmak isterseniz adanın bir diğer önemli ve dikkate değer üzüm çeşidi olan Grillo’yu mutlaka denemelisiniz. Hafif peynir tabaklarıyla ve kılıç balığı başta olmak üzere taze deniz mahsulleriyle gayet iyi gidiyor. Ayrıca Cannoli veya Amaretti gibi tatlılarla mükemmel uyum sağlayan bir Marsala şarabı veya ferah, çiçeksi bir Inzolia da hiç fena fikir olmaz. Sicilya mutfağını tam anlamıyla deneyimlemek adına bu saydığım şarapları denemenizi tavsiye ederim ancak işi bir adım öteye taşımak isterseniz Etna Bianco ve Etna Rosso şaraplarını da listenizi alın derim. Etna Yanardağı’nın volkanik yamaçlarında yetişen Nerello Mascalese ve Nerello Cappuccio üzümlerinden üretilen Etna Rosso şaraplarının orta gövdeli yapısı ve baharatlı karakteri, Sicilya’nın zeytinyağlı makarnaları ve -aslında Toskana mutfağına ait olan- Pollo Cacciatore gibi geleneksel yemeklerle harika bir şekilde eşleşiyor. Etna Bianco’yu ise deniz mahsulleri çorbası veya limonlu ızgara ahtapot gibi lezzetlerle deneyebilirsiniz.

    Palermo ve Cefalù’yu gezerken araya bir de şaraphane ziyareti eklemek isterseniz Cusumano, Planeta, Tasca d’Almerita ve Donnafugata gibi şaraphanelere uğrayabilirsiniz. Gitmeden önce arayıp rezervasyon yaptırmayı unutmayın.

    Tadılması Gereken Tuzlular

    • Pani câ Meusa: Yumuşak ekmekle yapılan, içi doğranmış dana ciğeri ve dalağı ile doldurulan panino
    • Pane e Panelle: İçinde Panella (nohut unundan yapılan Sicilya böreği) olan bir sandviç
    • Sfincione: Sicilya tipi sokak pizzası  
    • Anelletti al Forno: Fırında makarna 
    • Arancini: Kızartılmış pirinç topları

    Tadılması Gereken Tatlılar 

    • Granita Siciliana
    • Cannolo

    Palermo’nun Popüler Pizzacıları

    • Pizzeria Frida
    • Ledop
    • Pizzeria Carmen
    • Parà Bottega e Bistrot
    • BIGA – Genio e Farina

    Palermo’da Sicilya Mutfağını Tadabileceğiniz Restoranlar

    • Trattoria Altri Tempi 
    • Trattoria Biondo 
    • Antica Focacceria del Massimo Da Basile
    • Osteria Al Ferro Di Cavallo
    • Osteria dei Vespri

    Palermo’daki Tatlı ve Dondurma Durakları

    • Pasticceria Cappello
    • Pasticceria Oscar 
    • Antica Gelateria Ilardo 
    • Brioscià
    • Al Gelatone di Peppe Cuti

    Bu yazı ilk olarak Travel Aktüel dergisinin Yaz 2023 sayısında yer almıştır.