Sicilya değil, Puglia!

İtalya’nın güneyinden konuşurken biraz ezberden gidildiğinde akıllara düşen ilk bölge Sicilya; ilk şehirlerse Palermo, Catania ve -Sicilya’da olmasa bile- Napoli oluyor. Puglia ise Lecce ve Bari gibi daha az popüler şehirleriyle sınıfın pek de gözde olmayan zeki çocukları gibi arkalarda bir yerde göz önünde olmamanın keyfini sürüyor.

İnternetteki Türkçe kaynaklarda Puglia bölgesine dair ufak bir araştırma yaptığınızda karşılaşacaklarınız üç aşağı beş yukarı belli: Ferzan Özpetek, Pasticciotto, Taralli, Orecchiette ve elbette ki çizmenin topuğu… Bahar ve yaz aylarında dünyanın her yerinden turistleri ağırlayan ancak Türkiye’de İtalya’nın popüler destinasyonlarına kıyasla biraz daha geri planda tutulan Puglia bölgesi; sahil kasabaları, onlara çok da uzak olmayan sakin şehirlerindeki mütevazı hayatları, mutfağı, tarihi ve elbette ki deniziyle İtalya’da kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bölgelerin başında geliyor.

İtalya’nın kuzeyindeki hayatımda yer yer meydana gelen çalkantıların beni Skyscanner sitesinde şehir bakmaya ittiği günlerden birinde, Puglia’nın Brindisi şehrine 12 EUR karşılığında hemen ertesi gün için bilet buldum ve soluğu uçakta aldım. Amacım, içine bilgisayarımı da koymama rağmen yedi kiloyu geçmeyen sırt çantamla birlikte hiçbir gece için rezervasyon yapmadan kervanın yolda düzüldüğü, doğaçlama bir seyahate çıkmaktı. Kulağımda Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu’nun Nereden Başlasam isimli podcast kayıtları, yanımda ise uçağın içinde çok üşüdüğü her halinden belli; güneyli Elvira teyze ile piste sağ salim teker koyduğumuzda saat daha sabahın dokuzuydu…

***

Aranızda İtalya’nın sadece büyük değil, küçük şehirlerini de gezenler varsa bilecektir; tren istasyonlarından şehir merkezlerine ulaşmak için yapılması gereken şey hemen her daim aynıdır: Sırtını tren raylarına doksan derece açıyla ver ve dümdüz yürü!

Sevdiğinin peşine düşmüş Pepé Le Pew gibi deniz kokusunu ve palmiyeleri takip ede ede küçük Brindisi şehrinin sahiline ulaştıktan sonra bir süre öylece durup manzarayı izledim. Bergamo’nun etrafındaki göllerin manzarasını da çok seviyorum ama deniz elbette ki bir başka! Bahar mı erken gelmişti yoksa yaz hiçbir zaman gitmemiş miydi bilmiyorum ama pırıl pırıl güneşi ve yelkenlileriyle Puglia’da bambaşka bir mevsim yaşandığı gün gibi ortadaydı.

Kahvaltı için sahilde bir yer buldum ve gün içinde yapacaklarımı kararlaştırmak üzere önceden kaydettiğim internet sitelerinde şöyle bir gezintiye çıktım. Günümü nasıl geçirsem? Nereye gitsem? Nereyi gezsem? Ne yesem? Dedim ya, kervanı yolda düzecektim…

Lecce

Instagram ve Twitter üzerinde Puglia’dan ilk paylaşımlarımı yaptığımda kafamda günün planını oturtmuştum: Bu küçük şehri biraz gezecek ve sonra Ferzan Özpetek’in Mine Vaganti isimli filmine ev sahipliği yapan Lecce şehrine gidecektim.

Bla Bla Car, Trenitalia, FlixBus, Marino Bus… İtalya’ya geldiğinizde tüm bu şirketlerin uygulamalarını telefonunuza indirmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Özellikle benim gibi doğaçlama geziler yapmayı seven biriyseniz, bir yerden bir yere gitmeden önce tüm ulaşım biçimlerini gözden geçirmeli ve ona göre hareket etmelisiniz. Benim yoğunluklu tercihim -tek haneli bilet fiyatlarının da etkisiyle- Trenitalia oldu çünkü Puglia’daki şehirlerin arasında hem direkt hem de aktarmalı olarak tren yolculuğu yapmak oldukça pratikti.

***

Daha yeni öğlen olmuştu ama ben çoktan on bin adım barajını aşmış ve montumu sırt çantama tıkıştırmıştım. Adriyatik kıyısındaki tüm şehirler gibi beyaz ve krem renginin açık tonlarının hakim olduğu Lecce, antik Yunan etkisinde, Barok tarzda yapılara sahip, oldukça sevimli bir şehirdi. Üstelik daha gelir gelmez filmi birden fazla kez izlemiş olmamın da etkisiyle sokaklarını tanımaya başlamıştım bile!

Merkezinde ve merkeze çıkan ara sokakların tamamında gezmeniz gereken bu şehrin en ünlü sokakları Via Giuseppe Palmieri ve Via Giuseppe Libertini diyebilirim. Elbette bu sokaklara çıkan başka sokakları, kiliselerin bulunduğu meydanları ve o meydanlardaki birbirinden güzel ve küçük yeme-içme noktalarını keşfetmeyi size bırakıyorum. Ancak vaktiniz yoksa ve hazırlopçuysanız, sevgili Sezgi’nin notlarına bakmanızda fayda var. O da benim gibi Puglia’ya aşık olanlardan:

Puglia’yı kış mevsiminde, 2018 yılının son günlerinde ziyaret etmiştim. Aklımda en çok kalanlar, sabahın erken saatlerinde Lecce sokaklarındaki sakinlik, sarı kireçtaşından binaların sıcaklığıyla sarmalanışım ve İtalya’nın Türkiye’ye en yakın noktası sayılan bu bölgede hangi şehre gidersem gideyim, tattığım harikulade yemekler. Bir de tüm sokaklara yayılan Noel ışıklandırmaları ve şarkılarına arasında büyülü bir aktiviteye dönüşen gece yürüyüşleri. Fırsatını bulduğumda, bir bahar ya da yaz ayında Puglia’yla yeniden buluşmayı hayal ediyorum.

Gittiği bölgenin şaraplarını denemeyi sevenlere ufak bir not: Lecce’nin de bulunuğu Puglia’nın bu kısmı Salento diye geçiyor ve bu bölgede yapılan şarapların yapımında yoğunluklu olarak kara üzüm kullanılıyor. Ben tercihimi isli, tütünlü ve bitter bir şarap olan Negroamaro’dan yana kullandım.

Kuzeye oranla güneyde fiyatların biraz daha uygun olduğunu söyleyebilirim. Örneğin; İtalya’nın kuzeyinde 1 EUR altında kahve içtiğimi ya da kruvasan yediğimi hiç hatırlamıyorum ama Brindisi ve Lecce’de bu mümkün oldu. Bunun haricinde hediyelik eşya ya da yemek fiyatlarında da yer yer daha uygun fiyatlarla karşılaşmak mümkün.

Lombardiya bölgesinde yaşıyor olmanın tek dezavantajı fiyatlar değildi elbette. Denize olan hasretimden mütevellit bu geziyi yaparken her sabah denize kıyısı olan bir şehirde uyanmayı kafama koymuştum ve bu yüzden hava iyiden iyiye serinlemeye başladığında montumu giyip Puglia’nın başkenti olan Bari’ye giden ilk trene atlamak üzere tren istasyonunun yolunu tuttum.

Bari

Couchsurfing vb. siteleri tercih etmiyor ve risk almayı da seviyorsanız, Booking.com’daki aramalarınızı akşam saatlerinde yapmanızı tavsiye ediyorum, zira bazı işletmeler odalarını boş tutmak yerine fiyatlarında indirime gitmeyi tercih edebiliyor. Yoğun sezonda bu riski almak mantıklı olmaz ancak sezon kapalıyken denenebilir.

Puglia bölgesinin başkenti olarak anılan Bari’de uyanır uyanmaz şehrin tarihi kısmına doğru yürümeye başladım. Gelişmiş bir liman kenti olduğu için şehrin yeni kısmında yer yer endüstriyelleşmenin izlerine denk gelmek mümkün ancak eski yerleşim bölgesine ulaşınca işler değişiyor. Daracık sokaklar, balkon ve pencerelerden sarkan mis kokulu çamaşırlar, yavaş yavaş kepenklerini açan esnaf, belediyenin temizlik görevlisine kahve ikram eden ton ton ev sahipleri ve elbette şehri çevreleyen duvarlar… Sabahın erken saatlerinden itibaren kusursuz ve saf bir İtalya deneyimi ile güne başlamanız işten bile değil.

Şimdiye dek ziyaret ettiğim İtalyan şehirlerinin (küçük şehirleri ve kasabaları hariç tutuyorum) tarihi kısımlarında yaşayanlar, maddi durumu nispeten iyi olan kişilerdi. En azından benim gözlemim bu yönde olmuştu ancak Bari Vecchia’daki durum bundan tamamen farklıydı. Hem bazı evlerin bakımsızlığı hem de hali hazırda burada yaşayanların dış görünüşlerinden anladığım kadarıyla, maddi durumları o kadar da parlak değil. Bu durum bir anlamda bölgede hala yerli halkın olduğunun ve mülklerinin satın alınıp başkalaştırılmadığının; dolayısıyla sokaklardaki o ruhun kaybolmayacağının bir göstergesi şeklinde de yorumlanabilir ancak derinlemesine analiz yapabilmek için konunun hem sosyo-kültürel açıdan hem de şehir planlamasına dair detaylarıyla beraber araştırılması gerekiyor.

Hiçbir şey yapmadan aylak aylak gezme ve bölge halkıyla diyaloğa girerek gününüzü renklendirme niyetindeyseniz, şehrin tarihi kısmında geçireceğiniz iki-üç saatte çok eğleneceğinizi ve birbirinden güzel fotoğraflar çekeceğinizi garanti edebilirim. Her sokağa girmeyi, her avluyu kontrol etmeyi, bir sürü bol zeytinyağlı Tarallo; ondan sıkılırsanız Pasticciotto yemeyi ve surların kenarından denize bakmayı sakın ihmal etmeyin! Tarihleriniz uyuyorsa opera programlarına da bir bakın ve eğer vakit yaratabilirseniz şehrin yeni kısmındaki modern kafelerde de vakit geçirin derim ben… Böyle şehirlerde günlük rutinleri takip ederek vakit geçirmek bir hayli keyifli oluyor. İnsanın gezgin veya turistken de kendini dinlemeye ihtiyacı var. Koşuşturmaca kaosa, kaossa ne yazık ki güzellikleri ıskalamaya sebep oluyor.

Alberobello – Trani

Zeytin ağaçlarının arasından süzülerek geçip gidilen irili ufaklı Puglia kasabalarının fotoğraflarına hayran olduğum için hemen hepsini görmek istiyordum. Bu yüzden diğer kasabalara kıyasla ulaşımı biraz daha zahmetli olan Alberobello’yu bile hiç çekinmeden rotama dahil ettim. Şöyle ki; kasabaya ulaşmak için Bari-Alberobello arası tren biletini almanız gerekiyor ama tren direkt olarak Bari’den kalkmıyor. Öncelikle Trenitalia’nın tahsis ettiği otobüsle bir yolculuğa çıkıyorsunuz. O yolculuk sizi Alberobello istasyonuna gidecek olan trene götürüyor. Ancak tüm bunlarla uğraşmak istemezseniz Bari’den kalkan direkt otobüslerle de gitmek mümkün. Gittiğinizde biraz soruşturursunuz. Yardımcı olacak birilerini bulacağınızdan hiç şüphem yok.

Alberobello müthiş turistik ve belli ki sezon açıkken hınca hınç insan dolan bir yer ama yılın bu döneminde gezmek benim için muazzam bir deneyim oldu. Etraf ıssız denecek kadar sakindi ve gün içindeki hava sıcaklığı 15 derecenin altına hiç inmedi.

Geçmişi 14. yüzyıla kadar uzanan Trulli evleri sebebiyle üne kavuşan kasabada vakit geçirecek çok da fazla yer yok ama romantik ve nispeten farklı bir yerde gece geçirmek istiyorsanız kesinlikle tavsiye edebilirim. Sokaklarında zamandan kopuk şekilde dolanmanın mümkün olduğu Alberobello’daki bu evlerde uyanmak harika olacaktır.

***

Yazının son bölümünde değineceğim Matera ve az önce bahsettiğim Alberobello haricinde, günlerce seyahat ettiğim bu bölgenin iç kısımlarına hiç girmedim. Denize kıyısı olan şehir ve kasabalar arasındaysa en sevdiğim Trani oldu. Öyle ki; bir günümün neredeyse tamamını burada geçirdim.

Tren istasyonundan çıktıktan beş dakika sonra limanındaki binbir çeşit yat ve tekneyi görmeye başladığım bu minik kasaba, hem sahil şeridi boyunca devam eden birbirinden güzel yapıları hem de denize çıkan uzun sokaklarındaki hareketliliğiyle kendini bana kısa zamanda sevdirmeyi başardı. Birkaç sokak kedisiyle oynayıp civardaki evlere baka baka gezinirken vaktin nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Üçüncü kitabımda buradaki ruh halime ve gözlemlerime dair bir şeyler okuyacağınız kesin!

13. yüzyıldan kalma kalesinin surlarından denizi seyre dalmak, biraz ötedeki palmiyelerin gölgesinde kulağınızda dalga sesiyle uyuklamak ya da kitap-kafe Luna di Sabbia’da bir şeyler okurken kahve yudumlamak… Vakit sizin; onu etrafınızdaki ‘başka’ hayatlara ayak uydurup kasabanın ahenginden kopmadan değerlendirmeye çalışın.

Polignano a Mare – Monopoli

Biraz Bodrum, biraz Alaçatı, biraz Kaş, biraz Ayvalık… İki güne yayarak gezme fırsatı bulduğum Monopoli ve Polignano a Mare, saydığım tüm bu yerlerden izler taşıyor gibiydi.

İlk defa Ayhan Sicimoğlu’nun televizyon programında ismini duyduğum Polignano a Mare, prehistorik dönemden itibaren yerleşim yeri olarak kullanılmış.

Kireçtaşı kayalıkları ve mağaralarıyla kendinden sıkça söz ettiren kasabanın tarihi kısmında dolaşırken bol bol kayboldum ve her kaybolduğumda yolum bir başka cümleye çıktı. Oraya gittiğinizde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Bari ya da Lecce gibi şehirler yerine daha küçük bir yerde konaklamak istiyorsanız, estetik anlamda kişiyi besleyen güzelliğinin yanı sıra restoran ve ufak tefek mağazalarıyla da tüm günü geçirmeye değer köşeler bulacağınız Polignano a Mare, doğru bir tercih olacaktır. Kayalıkların üzerinde olanca mütevazılığıyla yükselen bu kasabada güneşin doğuşu ayrı, batışı ayrı güzel…

Buradan ayrılmadan önce Il Super Mago del Gelo Mario Campanella‘nın kendine has kahvesini denemeyi unutmayın! Önceleri sadece bölge halkı tarafından içilirken şimdilerde turistler tarafından da keşfedilmiş. İçinde şeker, limon kabuğu, krema ve mekanın kendi tarifiyle badem ekleyerek hazırladığı amaretto var.

***

Tıpkı Polignano a Mare gibi Monopoli de yaz aylarında gelinesi ve denizinde saatlerce kalınası bir yer ancak kasabanın içinde Polignano’daki kadar gezip görmeye değer pek bir şey yok. Dolayısıyla bu bölgeye daha çok deniz-kum-güneş tatili yapmak isteyenlerin gelmesinde yarar var.

Ufacık bir alana kurulu; masmavi kayıklarla dolu sakin bir limana ev sahipliği yapan tarihi bölgesinden uzaklaşmaya başladığınız andan itibaren yolunuza bir sürü plaj çıkacak. Ben dayanamayıp günlerdir güneşli olan havanın güzelliğini taçlandırırcasına kasaba civarında bulduğum her plajda ayakkabılarımı çıkardım ve buz gibi suya aldırış etmeden kısa yürüyüşler yaptım.

Yakınlardaki plajlarda yer bulamama ihtimaline göre -eğer arabayla geldiyseniz- civardaki diğer plajları da araştırabilirsiniz çünkü bu bölgede pek çok alternatif var.

Adriyatik kıyılarındaki sayısız güzellikten sadece biri olan Monopoli ve sokaklarında 1970’lerden kalma Fiat 500 arabalarının bol bol fotoğraflarını çektiğim Puglia bölgesine veda ettikten sonra rotamı Matera’ya çevirdim.

Matera

Puglia bölgesine yakın olan bu şehre gelip gelmeme konusunda çok kararsızdım ancak tarihini biraz araştırıp Instagram’da Matera etiketiyle paylaşılan fotoğraflara bakınca fikrimi değiştirdim.

1993 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne giren ve 2019 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen Matera’daki yaşamın taş devrine kadar uzandığı söyleniyor, zira günümüzde İtalya olan bu coğrafya üzerindeki yaşama ait en eski kalıntılar Matera’da ortaya çıkmış. Zamanında tüf kayalıkların kazılarak ev ve kiliselerin yapıldığı şehrin bambaşka bir büyüsü var. Sonradan fakirlerin ve kölelerin yaşadığı alana dönüşen sarnıçlarıyla, labirent gibi sokakları ve mağaralarıyla gerçekten de görmeye değer bir yer.

Seyahatimin sonlarına doğru sırt çantam varlığını iyiden iyiye hissettirmiş olsa da her köşesini didik didik etmekten vazgeçmediğim bu şehre gelmek oldukça kolay. Bari’den otobüs veya tren kullanarak ulaşabilirsiniz ancak tren konusunda bir uyarı yapmam gerek. Matera’ya Trenitalia’nın değil Ferrovie Appule Locale’nin trenleri gidiyor. İstasyonu ise Bari Centrale’den çıkınca hemen solunuzda kalıyor. Dolayısıyla bileti de oradan almalısınız. İstasyon ilk bakışta dikkatinizi çekmeyebilir ama endişelenmeyin, soracağınız herhangi biri size yerini hemen gösterecektir.

İngilizce, Türkçe veya İtalyanca kaynaklarda Matera hakkında ufak bir araştırma yaptığınız takdirde kendinize dopdolu bir gün geçirecek kadar yoğun bir program oluşturabilirsiniz. Eğer yarım gün ayırırsanız, bol yokuşlu sokakları ve şehri uzaktan gören tepesi sizi epey zorlayacaktır. Benim tavsiyem sabah erkenden gelip, akşam dönmeniz yönünde olur. Bütçeniz varsa buradaki otellerden birinde konaklamak da son derece keyifli olacaktır. Sonrasında kırmızı meyve aromalarının hakim olduğu şarapları ve lezzetli ekmeklerini dener, Basilicata bölgesinin bu eşsiz şehrinden gönül rahatlığıyla ayrılırsınız.

***