Dünün ve Bugünün Şehri: Atina

AKDENİZ’İN GÜNEŞLİ BAŞKENTİ ATİNA, BİN YILLARIN İHTİŞAMINI MÜTEVAZILIKLA BULUŞTURAN, SICAKKANLI İNSANLARI VE LEZZETLİ SOFRALARIYLA SİZE KENDİNİZİ EVİNİZDE HİSSETTİREN ŞEHİRLERDEN.

Akropolis’i göreceğin bir köşeye otur; dünü ve bugünü izle” diyor, güneşli bir Atina sabahında tanıştığım emekli akademisyen. “Elbette” diyorum kafamı sallayarak. Ertesi gün, şehrin koruyucu tanrıçası Athena için inşa edilen bu ünlü tapınağı ziyaret ettiğimde, onu uzun uzun izleyebileceğim bir köşeye kuruluyorum. Geçmişin izlerini süren meraklı kalabalıkları ve beyazlığıyla parlayan pendelikon mermerinin renginin saatler geçtikçe nasıl değiştiğini izliyorum; bejden sarıya, sarıdan kızıla… Bin yılları deviren Akropolis’in onca savaşı, yıkımı atlatıp hâlâ etrafını aydınlatmasına hayran olmamak elde değil.

Şehrin hemen her yanından görülebilen Akropolis, Atina kentinin en önemli simgesi. Merkezde, 90 metre yüksekliğindeki kayalık bir tepenin üzerinde yükselen Akropolis’in en ünlü yapısı ise Parthenon Tapınağı. Dev sütunlarla çevrili, tümü mermerden yapılan bu dikdörtgen yapının Dor düzenindeki sütunları yukarıya doğru daralıyor. Yapının restorasyonu ise hâlâ sürüyor. Akropolis, antik agora kalıntıları, Dionysos Tiyatrosu ve Akropolis Müzesi ile görülmeden dönülmemesi gereken yerlerin başında geliyor.

Tapınaklardan bahsedip Poseidon ve Athena’nın arasındaki rekabetten söz etmemek olmaz. Efsane bu ya, iki tanrı arasında yapılan yarışmanın galibinin ismi şehre verilecektir ve Athena’nın asasını yere vurarak yarattığı zeytin ağacından etkilenen halk, oyunu Athena’dan yana kullanır. Günümüzde bu ağacın bulunduğu ve yarışmanın gerçekleştiği yer, Erection Tapınağı olarak biliniyor.

Neolitik dönemden beri yerleşimin aralıksız sürdüğü, bin yılların şehri Atina, görkemli Helenistik Çağ’dan Roma’ya ve ardından da Osmanlı yönetimine kadar pek çok farklı dönemden geçmiş; savaşlar ve yıkımlar ise şehrin peşini hiç bırakmamış. Son yüz yılda da Mübadele süreci, Alman işgali, Yunanistan İç Savaşı gibi olaylar Atina’daki hayatı derinden etkilemiş. Ancak Atina geçmişin yüküne inat, sıcakkanlı, misafirperver insanları, hayatın ritminin hep yüksek olduğu sokakları ve lezzetli sofralarıyla daima hayat dolu.

Akropolis’in eteklerindeki bu güzel şehir, bir zamanların küçük ve şirin yerleşim yerinden etrafına doğru genişleyen bir hâl almış. Şehirde yürürken fotoğraf makinemi en çok kullandığım yer ise uzun ve dar sokaklarına gelişigüzel atılmış iskemleleri ve evlerinden sarkan rengârenk çiçekleriyle Plaka bölgesi. Hem Atinalıların hem de turistlerin uğrak yeri olan taverna ve kafelerde iyi vakit geçirmek mümkün. Bölgenin meşhur caddesi Adrianou ve onu çevreleyen merdivenli sokaklar, yerli halkla sohbet etmeyi sevenler için birebir ancak bakımlı sokak ve kafelere meraklıysanız rotanızı Kolonaki’ye de çevirebilirsiniz.

Atina’daki Osmanlı etkisini görebileceğiniz tarihi Monastiraki bölgesi ise daima canlı ve turistlerin uğrak yeri. Bölge, 1759 yılında inşa edilen Cizderiye Camisi’ne de ev sahipliği yapıyor. Şimdilerde halk sanatları müzesinin bir uzantısı olarak kullanılan camide seramik el sanatlarına dair sergiler oluyor. Şehrin meşhur meydanı Syntagma ise arkasındaki Parlamento Binası ile saat başı nöbet değişim töreni düzenleyen, dikkat çekici üniformalara sahip askerlerle oldukça kalabalık.

Yunan adalarını seviyorsanız size kendinizi bir adada hissettirecek, sevimli Anafiotika (küçük Anafi anlamına geliyor) Mahallesi’ni de ziyaret edebilirsiniz. Bölgenin öyküsü de oldukça hoş. 19. yüzyılın başında Anafi adasında yaşayanlara Atina’ya taşınması ve yeni bir yerleşim yeri oluşturması söylenir. Anafililer ise kendi adalarındaki mimarinin aynısını buraya taşır. Düz çatılı, beyaz taş evlerin arasında yürürken kendinizi bir Yunan adasında hissetmeniz mümkün.

Yunan kültürünün bizim kültürümüze olan yakınlığı, Atinalıların jest ve mimiklerinin bana hiç yabancı gelmemesi ve de isimleri farklı olsa da lezzetleri neredeyse aynı olan yemekleri… Bu sokaklarda daha önce bulunmuş ya da gördüğüm yüzleri sanki bir yerlerden tanıyor gibiyim. Kente veda ederken, Atinalı akademisyen ile bizim bu topraklardan, bu toprakların da bizden çok fazla iz taşıdığına dair yaptığımız sohbeti hatırlıyorum ve belki de bu yüzden komşuda hiç yabancılık çekmeyişime artık şaşırmıyorum.

Tavsiyeler

1927 yılından bu yana aynı aile tarafından işletilen Klimataria, tipik bir Yunan tavernası ve menüsü de oldukça zengin. Akdeniz mutfağı ile et yemeklerini bir arada sunan mekânın hem porsiyonu bol hem de fiyatları oldukça ekonomik.

Kısıtlı bir vakitte ayaküstü atıştırmalıklar peşindeyseniz, O Kostas en doğru adres. Dilediğiniz ızgara et çeşidi pideye benzer bir hamurun üzerinde servis ediliyor.

Akropolis manzarasına karşı bir akşam yemeği için Strofi’yi tercih edebilirsiniz ancak öncesinde rezervasyon yaptırmanız şart. Fiyatları ekonomik olmasa da meze ve ana yemekleri oldukça lezzetli.

Tatlı seçeneği için Lukumades’i gözüm kapalı önerebilirim. Ballı ve tarçınlı lokmalara isterseniz sakız ağacının reçinesiyle yapılan dondurmalardan da ekletebilirsiniz.

***

Bu yazı ilk olarak Pegasus Magazine Haziran 2019 sayısında yer almıştır.

Atina Seyahat Gokhan Kutluer