Bulutlarda Yolculuk

2014 yazıydı. Televizyonda her temmuz olduğu gibi Eurosport açık, pür dikkat Tour de France’ı takip ediyordum. Dönemin formda İtalyan bisikletçisi Vincenzo Nibali, sarı mayosuyla Fransa’nın en zorlu dağ geçitlerinden biri olan Pireneler’deki Col du Tourmalet’yi geçerek etap galibiyetine doğru gidiyor, Thibaut Pinot için tezahürat yapan Fransızların sabrını zorluyordu. Rejinin yarışı biraz daha geniş bir açıdan verdiği saniyelerde gözüm zirvede rüzgârın etkisiyle ilerleyen sise ve biraz ötede otlayan hayvanlara takıldı. Bir yanda bisikletçiler, takım arabaları ve ateşli seyirciler, diğer yanda dev bulutların etrafını sardığı bir dağ zirvesi ve boyunlarındaki minik zilleriyle keçiler. Caspar David Friedrich’in Bulutların Üzerinde Yolculuk tablosundaki adam gibi öylece izlediğim; zıtlığa aldırış etmeyen bir harmoni hâli…

İspanya ile Fransa arasında sınır oluşturan Pireneler, Fransızların yanı sıra komşu ülkelerden gelenlerin de yılın neredeyse her dönemi ziyaret etmeye değer bulduğu bir bölge. Hiçbir tahribata uğramamış doğası ile kış sporlarını, doğa yürüyüşlerini ve bisikletiyle uzun sürüşlere çıkmayı sevenleri cezbeden bu dev dağlık alan, gastronomisiyle de öne çıkıyor. Mutfakların milliyeti değil coğrafyası olur önermesi için şahane bir örnek olan Pireneler, deniz seviyesinden zirvelere kadar uzanan farklı iklimi ve bitki örtüsüyle, iki ülkenin de mutfağında önemli bir rol oynuyor.

Benim kendimi Pireneler’de pedal çevirirken bulmam ise Paris’te tanıştığım Mathilde sayesinde oldu. Sandalyeleri caddeye dönük Le Café Noir’da oturmuş fotoğraf makineme yeni film takarken Fransızların o meşhur aksanlı İngilizcesiyle bana masamdaki kitap hakkında sorular sormasıyla başlayan diyaloğumuz, ikimizin de doğa ve bisiklet tutkunu olduğunun ortaya çıkmasından sonra arkadaşlığa dönüşmüş, bizi Pireneler’de yeniden bir araya gelmeye heveslendirmişti. Nitekim öyle de oldu ve kendimizi birkaç ay sonra iki vadinin kesişimindeki Arreau kasabasında bulduk.

Bisiklet tutkunu genç bir çiftin işlettiği Manivelle isimli bisiklet kafede buluştuğumuzda günün geri kalanını dağlarda pedal çevirerek geçirmeye hazırdık. “Rüzgâr yeleğini yanına aldın mı?” diye sordu Mathilde. “Burası sıcak ama zirvede üşüyeceğiz.” “Elbette!” dedim bisikletin lastiklerindeki havayı kontrol ederken. “Forma ceplerimden birinde iyi bir yeleğim var.” Kahvelerimizi içip yola koyulduk. Bir süre eğimsiz seyreden yolda hem lafladık hem de bacaklarımızı ısıttık. Çok geçmeden zirvesi 1489 rakımdaki Col d’Aspin’ın başlangıç tabelası karşımızda belirdi. O andan sonra Mathilde, arkadaşları ve ben sohbet etmeyi bırakıp sadece yola odaklandık. Tırmanış bir hayli dikti. Eğime alışana dek neredeyse hiç konuşmadan sadece birbirimizin nefes alıp verişlerini dinledik. Bisiklet sporunun alameti farikası da işte böyle anlarda; insan kendisiyle baş başa kaldığında ortaya çıkıyordu. Yükseklerde; doğanın kendini en yalın haliyle sergilediği bu yerlerde kişi tüm kimliklerinden sıyrılarak düşünmeye başlıyor, tıpkı yaklaştığı dağ zirveleri, içine çektiği hava ve etraftaki bitki örtüsü gibi düşüncelerinin de o en arı halleriyle zihninin firketelerinde dolaşmasına izin veriyordu.

Bir saat sonra zirveye vardığımızda bisikletlerimizi bir kenara bırakarak meyve ve protein barlarımızı yemeye başladık. Karşımızda uçsuz bucaksız uzanan vadi, ara sıra esen rüzgâr, içimizi ısıtan güneş ve yanımızda diğer bisikletçiler… Günün ikinci tırmanışı Hourquette d’Ancizan öncesi sadece bedenimiz değil ruhumuz da dinleniyordu adeta. Yarım saat kadar dinlendikten sonra yeniden bisikletlerimize atladık, rüzgârlıklarımızın fermuarını kapattık ve inişe geçtik. Yaklaşık beş kilometre boyunca hiç pedal çevirmeden biraz önce hayranlıkla izlediğimiz vadiye ulaştık. Mathilde’nin yanına doğru sürerek ona akşam yemeğini sordum. Zira az sonra başlayacak tırmanış için sıkı bir motivasyona ihtiyacım vardı. Arkadaşı Élise’i işaret ederek “Onun evinde garbure yapacağız” dedi. Lahana, patates, fasulye ve kaz etiyle yapılan, kıtır ekmekle servis edilen bölgeye özgü bir yemekmiş. “Yanında da axoa var!” O da Bask bölgesine özgü, dana eti, biber, soğan ve espelette biberiyle yapılan bir tür baharatlı yahniymiş. Élise’in bölgeden gelen şef erkek arkadaşı pişirecekmiş. Pireneler’in batı kanadına yakın Bask bölgesi gastronomi çeşitliliğiyle bir hayli meşhur olduğundan, bu kulağa son derece basit gelen tabağın bile gayet lezzetli olacağından hiç şüphem yoktu.

On kilometresi tırmanış olmak üzere toplamda yirmi beş kilometre daha sürdükten sonra Manivelle’e vardık. Akşam yedide yeniden görüşmek üzere vedalaştığımızda yorgunduk ancak keyfimiz yerindeydi.

***

Akşam Élise’in evine gitmeden önce Mathilde’de buluştuk. Vardığımda kızlar hazır değildi. Makyajları henüz bitmiş, boy aynasının önünde takılarına karar vermeye çalışıyorlardı. Mathilde, “Allez!” diyerek odaya girdi. ”En son taktıklarınızı çıkarın ve işte artık hazırsınız.” Komodinin üzerindeki takı kutularını birer birer kapattı. “Geç kalıyoruz, hadi marş marş!”

Evden ayrılırken “Şu son taktıklarınızı çıkarın meselesi de neyin nesi?” diye sordum Mathilde’ye. Coco Chanel’e atfedilen ve Fransızların stile yaklaşımını yansıtan, “Evden çıkmadan önce aynaya bak ve bir şey çıkar” sözlerine gönderme yaptığını söyledi. “Çıkarılabilecek her şey çıkarılmalıdır. Az, çoktur.”

***

Élise ve erkek arkadaşı Mikel, küçük bir bahçesi, ahşap panjurları ve şöminesi olan iki katlı bir dağ evinde yaşıyordu. Duvarlarda kimisi Tour de France etaplarında kimisi birlikte çıktıkları doğa yürüyüşlerinde çekilen fotoğraflar asılıydı. Mutfağın kapısı yoktu. Bu hoşuma gitmişti çünkü yemek masasının olduğu oturma odasından mutfaktaki telaşlı yemek hazırlığını izleyebiliyordum. Üst üste konan tabakların ve çekmeceden alınan kaşık, çatal ve bıçakların çıkardığı sesler, birazdan başlayacağımız yemeğin habercisiydi.

Sofraya oturduğumuzda saat dokuza geliyordu. Masada garbure ve axoa dışında iki de peynir tabağı vardı. Birinde, Fransızların yumuşak keçi peyniri rocamadour, diğerinde ise İspanya’nın Navarre bölgesine özgü yoğun aromalı bir koyun peyniri olan queso de roncal vardı. Yemek esnasında sohbet ara sıra hararetleniyor, herkes bir anda Fransızca konuşmaya başlıyordu. Ancak kısa bir süre sonra masada benim olduğumu hatırlayarak yeniden İngilizceye dönüyorlardı. Bir ara Mikel’e Élise ile nasıl tanıştıklarını sordum. Eliyle pencereyi işaret ederek “İşte burada!” dedi. İşaret ettiği yönde Plo del Naou vardı. “Pireneler’in bu bölümündeki (Hautes-Pyrénées) en popüler dağlardan biridir. Özellikle yaz aylarında buralarda yaşayan herkesin tercih ettiği rotalara sahiptir.” Daha kısa rotalar için tavsiye istediğimde Boucle d’Ancizan ve Boucle d’Aspin’ı öneren Mikel cümlelerini henüz bitirmiştiki Mathilde araya girerek yarın Col du Tourmalet’yi tırmanacağımızı söyledi.

Zirvesi 2115 rakımda olan Col du Tourmalet, 1910 yılından bu yana Tour de France’ın bir parçası ve deyim yerindeyse bisikletçilerin korkulu rüyası. Öyle ki Gaskonca lehçesinde zor geçit, kötü yol vb. anlamlara gelen Col du Tourmalet’yi 1910 yılında ilk bitiren bisikletçi olan Octave Lapize, yarış organizatörlerine, “Siz katilsiniz” diye bağırmış.

***

Ertesi sabah gün henüz doğarken yola çıktık. Hava serindi, vadiden gelen hafif sis zirvelere doğru tırmanıyordu. İlk kilometrelerde bacaklarımız hâlâ önceki günün yorgunluğunu taşıyordu ama Tourmalet’nin eteklerine vardığımızda, yolun tarihi ve atmosferi bizi ister istemez diri tuttu. Her virajda başka bir manzara, başka bir zorluk çıkıyordu karşımıza; kimi yerde otlayan inekler yolu daraltıyor, kimi yerde rüzgâr pedallara meydan okuyordu. Zirve tabelasını gördüğümde hem rahatlama hem de derin bir saygı hissettim. Burası yalnızca bir dağ geçidi değil, yüzyıllık bir hikâyenin yaşayan bir sayfasıydı adeta.

Mathilde ile yan yana durup aşağıdaki vadilere baktık. “Et voilà!” dedi gülümseyerek, “Doğanın sana verdiği en büyük hediye bu. Sadece varmak değil, vardığında gördüğün.”

Bisikletle Pireneler Rehberi

  • Ne zaman gitmeli?

Haziran – Eylül ayları arası en ideal dönem. Tour de France atmosferini yaşamak isteyenler için Temmuz ayı özel bir deneyim olacaktır.

  • Ulaşım

En yakın havalimanları: Toulouse-Blagnac, Tarbes-Lourdes (Fransa) ve Bilbao (İspanya).

Havalimanından Lourdes, Pau veya Bagnères-de-Bigorre gibi kasabalara tren ya da otobüsle ulaşabilirsiniz.

  • Popüler Tırmanışlar

Col du Tourmalet: 2.115 m – Tour de France’ın efsanevi geçidi.

Col d’Aspin: 1.489 m – Yeşil vadiler ve görece daha kısa tırmanış.

Hourquette d’Ancizan: 1.564 m – Sakin yollar ve pastoral manzaralar.

Boucle d’Aspin / Boucle d’Ancizan: Daha kısa ama keyifli dairesel rotalar.

  • Hazırlık & Ekipman

Giyim: Zirvede hava aniden soğuyabilir. Yanınızda rüzgâr ceket veya yelekleri bulundurun. Hatta yola çok erken çıkılacaksa kol ısıtıcı ve ince bir eldiven bile gerekebilir.

Vites oranları: Dik eğimler için kompakt aynakol veya geniş aralıklı rublet olmalı.

Enerji takviyesi: Meyve, enerji barı ve yeterli su mutlaka yanınızda olsun.

Fren bakımı: Uzun inişlerde disk veya jant frenlerin ısınmasına karşı Pireneler öncesi genel bir bakım şart.

  • Yerel İpuçları

Seyahatinizi toplu taşımaya güvenerek planlamayın. Mutlaka kendi arabanız olsun. Havalimanlarından kiralayabilirsiniz.

Yol kenarındaki küçük köylerde çeşmeler genellikle içilebilir su sağlar.

Yerel pazarlar, taze peynir ve ekmekle hızlı atıştırmalık için idealdir.

Bu yazı ilk olarak Vogue dergisinin Ekim 2025 sayısında yer almıştır.

Bulutlarda Yolculuk - Gökhan Kutluer - Vogue Ekim 2025